fbpx

Çanakkale Seramikleri

Çanakkale Türkiye’nin kuzeybatısında, aynı adı taşıyan boğazın Anadolu yakasında ve en dar noktasında yer alır. Çevresinin tarih öncesi çağlara kadar uzanan köklü yerleşim tarihine rağmen Çanakkale yeni bir kenttir ve nüvesini Fatih Sultan Mehmed’in boğazdan geçişi kontrol altına almak için 1463 yılında yaptırmış olduğu Kale-i Sultaniye adlı kale oluşturur.

Bu küçük kalenin etrafında gelişen kent, 17. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi’nin anlatımıyla bağ ve bahçeler içerisinde, gayet bakımlı ve üzeri kiremit örtülü iki bin kadar eve sahipti.

Çanakkale 17. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar seramik sanatına konu, desen, buluş bakımından yenilikler getiren önemli bir merkezdir. 18. ve 19. yüzyıllarda Çanakkale’yi gezen bazı Batılı gezgin ve görevliler kaleme aldıkları seyahatnamelerinde, kentteki çanak çömlek imalatı ve ticaretine ilginç satırlarla tanıklık ederler.

İngiliz antropolog Richard Pococke, 1745 tarihli eserinde “Kalenin kuzey tarafındaki kasabanın çevresi bir buçuk mil; içindeki toplam bin iki yüz hanenin iki yüzü Rum, yüzü Ermeni ve ellisi Yahudidir. Burada büyük miktarda pamuklu ve yelken kumaşı imalatı yapılıyor; bir de Delft’inkine benzer seramik üretiliyor ki, yıllık ihracatı on beş bin doları bulmakta; ayrıca balmumu, yağ, yün, pamuk ve pamuk ipliği de ihraç ediyorlar ve de küçük tekneler inşa ediliyor” der.

1764’de İngiliz seyyah Richard Chandler yine geniş çaplı bir çömlekçilikten bahseder.

O yıllarda giderek artan çanak çömlek üretimi, ticareti ve girdilerinin sonucu, Kale-i Sultaniye’ye artık Çanak Kalesi denilmektedir ve bu isme ilk kez İngiliz James Dallaway’in 1797 tarihli eserinde rastlanır. Dallaway, Çanak Kalesi’ndeki “zevksizce boyanan ve yaldızlanan kaba çanak çömlek” imalatından söz eder. Onun bu anlatımı 17. – 18. yüzyıllardaki kaliteli üretimin, artık kaba saba örneklere dönüşmekte olduğunun bir işareti olarak kabul edilmektedir.

İngiliz Botanikçi John Sibthorp, bazı çömlekçilerde zarif sayılabilecek üretim yapıldığını, ustaların bunları büyük bir beceri ile boyadıklarını ama boyaların fırınlanmadığını söyler. Sözünü ettiği bu boyama tarzı, geç dönem Çanakkale seramiklerinin tipik sır üstü boyama tekniğidir.

1836’da Mareşal Helmuth von Moltke, çınarların gölgesi altında, bağ ve bahçelerle çevrili kasabaya, burada çalışan çok sayıdaki çömlekçi nedeniyle Türklerin Çanak Kalesi dediklerini ve Boğaz Paşası’nın burada oturduğunu kaydeder.

Kente 1850 yılı civarında yolu düşen İngiliz gezgin ve araştırmacı Albert Smith, eski kalenin yakınındaki küçük kentin Türkler tarafından Çanak Kalesi olarak adlandırdığını, gemilerine sandallarla gelen insanların beraberlerinde satmak üzere burada bol miktarda üretilen kaba seramikler getirdiklerini, malların çoğunlukla büyük ve altın yaldızlarla süslü çirkin sayılmayacak sürahiler olduğunu, bir arkadaşı için hediye olarak geyik şeklinde yapılmış sürahi satın aldığını ve bunun hayatında gördüğü en çirkin şey olduğunu ayrıntılı bir şekilde yazar ve bir sürahi ile bir at biblosunun çizimini de verir.

Fransız gezgin J.H.A. Ubucini 1855’de, “Çanak Kalesi denmesinin sebebi, en eski zamanlardan beri burada çömlekçiliğin var olmasıdır. Halen de yapılmakta ve mamuller İstanbul’a gönderilmektedir. Ancak bunlar büyük değer taşımazlar” der.

Fransız gezgin ve orientalist Vital Cuinet, 19. yüzyılın sonlarında kentte nüfusun 11.062 olduğunu, çanak çömlek işlerinin Avrupa rekabeti karşısında önceki önemini yitirdiğini, yine de ihraç malları arasında yer aldığını söyler.

Amerikalı yazar Charles Dudley Warner 1876 tarihli eserinde “keyifli şekilde boyanmış, capcanlı renklerle bezenmiş, iki bin haneden oluşan kasaba, düz, kumluk alanda uzanıyor, çok canlı bir görünüş arz ediyor. Avrupa üretimi mallar için muazzam bir antrepo olan bu Anadolu kasabasının önemi konsolosluk bayrakları tarafından da teyit ediliyor. Güverteye çıktığım zaman kasabanın girişimci tüccarları gemimize çoktan çıkmış, çanak çömlekleriyle ortalığı doldurmuştu bile. Getirdikleri seramik ürünleri hem ucuz hem de çirkin olmaları nedeniyle hacılar arasında hazır müşteri buldu. Belki de bu ürünler için çirkin yerine fantastik dememiz gerekir. Bu seramiklerin örneklerini tüm Şark’ta görürsünüz; hatta Kahire’nin, Kudüs’ün ve Şam’ın çarşılarında size nadir eser olarak sunulabilirler. Söz konusu kap ister sürahi, bardak, vazo, kavanoz veya isterse sütlük olsun, biçimi ya gerçek olması mümkün olmayan bir hayvan, grifon veya ejderha ya da yeraltı dünyasından bir köpek şeklinde olabilir ya da akıtacağı kimi hayal ürünü canavarın başı ve boynu şeklinde olabilir. Eser en göz alıcı kırmızılar, yeşiller, sarılar ve siyahlarla boyanmış, bazen yaldızlandıktan sonra sırlanmış olabilir. Bütün halinde bakınca son derece biçimsiz olup ünlü İtalyan çinisi Maiolica’ları gözden düşürmeye yetecek derecede göz kamaştırıcıdırlar” der.

20. yüzyıl başında İstanbul’da büyükelçi olarak bulunan Lord Dufferin’in karısı Harriot Lady Dufferin seyahatnamesinde “Burada Valauri örneklerini hatırlatan ucuz tip seramikler yapılmakta. Bunlardan, bir pound gibi az bir fiyata sefarethanenin bir çok boş köşesini dolduracak kadar bol miktarda aldık” ifadesini kullanır.

Çanakkale imalatı hediyelik ve hatıra eşyası niteliğindeki parçalar 19. yüzyıl ortalarından itibaren satın alınarak Paris Sevres Porselen Müzesi’ne, Londra Victoria and Albert Müzesi’ne, Atina Benaki Müzesi’ne ve bazı koleksiyonlara da girmeye başlar.

Böylelikle, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bugün de üretilmekte olan, kısmen sırlı ama genellikle düşük ateşte pişmiş, az dekorlu ve ilginç formlara sahip çömleklerin, Çanakkale’de oldukça uzun bir geçmişi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Batılı gezgin ve görevlilerin bu anlatılarından da yararlanılarak şimdilik bilinen en erken örnekler 1700’lü yılların başlarına tarihlendirilmektedir.

Çanakkale seramikleri 17. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın sonuna kadar kaliteleleri, ilginç desenleri, stilize ve çok etkileyici kompozisyonları ile ileri bir sanat görüşüne işaret eder. Bu erken örneklerde büyük boy çukur çanak, tabak ve küplerin yapıldığı görülür. Çiçekler, balıklar, yelkenliler, camiler, köşkler şeffaf bir sırın altına mor, kahverengi, turuncu, beyaz renklerde bir kaç fırça darbesiyle özlü ve soyut biçimde işlenmiştir. Ustanın yaratıcı gücü ve kompozisyon üstünlüğü son derece etkileyicidir.

19. yüzyıl – 20. yüzyılın ilk yarısına ait seramiklerde belirgin stil ve kalite değişmesi, yozlaşması dikkati çeker. Batıdan alınan esinlemelerle, sindirilmemiş, alışılmamış acayip denemelere gidilmiştir. Küp, ibrik, testi, şekerlik, mangal, tabak, şamdan, demlik, sirkelik, hayvan veya insan şeklinde biblo gibi geniş bir repertuvara ve kullanım alanına sahiptir. Çoğunlukla kaba işlenmiş, hantal, fazla zevkli olmayan örneklerdir. Bu dönemde alacalı akıtma boya ve sır tekniklerinin yanı sıra, barok karakterli barbutin ve aplike tekniklerinde rozetler, girdandlar, yapraklar, çiçekler, sepet örgüleri, hayvan kabartmalarıyla abartılı bir biçimde bezenmiş ilginç eserler revaç bulmaktadır.

Geç devir seramiklerin kalabalık bir grubunu gemi, hayvan ve insan şeklinde yapılanlar oluşturur. Hayvan heykelcikleri su kabı gibi yapılmıştır. Sırtlarında bulunan bir delikten su konulabilir ve hayvanın ağzından akıtılabilir. Acemice ve orantısız biçimlerine rağmen, bu eserlerde bir çekicilik vardır.

Genel olarak imalatta gözenekli ağırlıklı kırmızı, ender olarak bej hamur kullanılmakta, çoğunlukla da astar ve sır uygulanmaktadır. Yeşil, kahverengi, krem renkli sır, bazı örneklerin karakteristiğini oluşturur. Dönemsel olarak değişik renkte boyalı dekorlar, altın yaldız bezemeler sırın altına ve üstüne yapılmaktadır.

Osmanlı Dönemi saray seramiği ile geleneksel çömlekçilik arasında özel bir yere sahip olan Çanakkale seramikleri belirli bir dönemde beğeni kazanmış, kentin konumu ile bağlantılı olarak, hatıra eşyası niteliğiyle geniş bir coğrafyaya dağılmıştır. Müzelerin ve koleksiyoncuların son yıllarda bu ilginç seramiklere giderek artan ilgileriyle, farklı yeni eserler belirlenmekte ve sergilenmektedir.

Suna – İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi koleksiyonu nicelik, devir, tür ve form çeşitliliği bağlamında bu türün en zenginlerindendir.