fbpx

Yazar Laure Soustiel – Nicolas Sainte Fare Garnot (kürator)
Türü Kitap
Basım Yılı 2000, İstanbul
ISBN No 9757078077
Boyutlar 300×210 mm
Sayfa 222 sayfa
Resim 177 resim
Dili Türkçe ve Fransızca
Dizi Suna – İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü no. 7

Özet

XI. yüzyılın sonunda Türkler Anadolu’yu ele geçirdiğinde, yerel Bizans geleneklerini devraldılar, ama özellikle, o dönemde İran’da kullanılan ve beraberlerinde getirdikleri, Selçuklular’a özgü pek çok seramik tekniğinden de yararlandılar. Selçuklu sultanları, iktidarlarını pekiştirmek amacıyla önemli yapım işlerine giriştiler; yapılarını çinilerle kapladılar. Selçuklu sanatının en belirgin öğelerinden olan bu çiniler özellikle camileri, türbeleri, sarayları ve medreseleri süslüyordu. Dönemin en önemli çini üretim merkezi, devletin başkenti Konya’da bulunuyordu.

Seramik yapımına gelince, Anadolu, Kıbrıs ve Suriye’de varolan Bizans çömlekçiliği Anadolu Selçukluları döneminde de varlığını sürdürdü.

XIV.-XVI. yy.’da, Beylikler döneminde, çini üretimi sürdü; Bursa ve İznik’te yeni çini atölyeleri açıldı. İran’dan getirilen ve o zamana dek Türkiye’de bilinmeyen yeni bir bezeme tekniği, XV. yy. başından XVI. yy’ın ortalarına kadar kullanıldı. Silisli hamurdan yapılan ve dekoruna “cuerda seca” (çok renkli sır tekniği) adı verilen bu çinilerde, yan yana konulmuş farklı renkte sırlar, pişme işlemi sırasında eriyip bir birine karışmamaları için ince siyah bir çizgiyle birbirlerinden ayrılıyordu. Çiçek, bitki, arabesk motifleri ve geometrik motifler kobalt mavisi, turkuaz, beyaz, fıstık yeşili, mor, sarı ve siyahla renklendiriliyordu.

İmparatorluğun siyasal başarılarına sanatsal açıdan önemli süreçler eşlik etti. Sanat geleneği, doğrudan doğruya, yalnızca toprakların genişletilmesini değil sanat ve mimarlığında geliştirilmesini düşünen güçlü padişahların koruması altındaydı. Osmanlı padişahları, kendilerini büyüleyen Çin porselenlerini tutkuyla biriktirmeye koyuldular. II. Mehmet yemek yerken çoğunlukla Çin porselenlerini kullanırdı. Zaman içinde ard arda gelen padişahlar tarafından koleksiyonu yapılan bu porselenler önceleri savaş ganimeti olarak saraya getiriliyordu; sonra, XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı tüccarlarının zevklerine göre doğrudan doğruya Çin’den ithal edildi; XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise çoğunlukla padişahlara armağan olarak verildi. Bu porselenler, Osmanlı sanatçıları için başlangıçta hep taklit etmek istedikleri birer esin kaynağıydı.

Sarayın yakınlarında bir çini atölyesi açıldı. Bu atölye, yalnızca sarayın gereksinimlerini karşılıyor, özellikle 1510-1550 yılları arasında yapılan saraya ait binaların süslenmesinde bu çiniler kullanılıyordu. Sarayın çini atölyesi, XVI. yy’ın ilk yarısında İznik atölyeleri ile rekabet içinde çalışıyordu. Yaklaşık 1470-1480’de İznik’te silisli hamurdan, benzersiz nitelikte bir seramik yapım tekniği geliştirildi.

“Mavi-Beyaz” desenli Çin porselenlerini taklit etmek amacıyla üretilen bu seramikler ne porselen ne de fayans – XVI. yy’ın ortalarına doğru tartışılmaz bir özgünlük, erişilmez bir ustalık düzeyine çıktılar.

Yeni renklerin, 1525’e doğru turkuaz mavisinin, yaklaşık 1540-1545’te zeytin yeşili ve açık morun bulunmasıyla, iri çiçekli natüralist kompozisyonlar içeren dekorla zenginleştiler. Sonunda, yaklaşık 1555-1557’de ünlü sır altı “İznik Kırmızısı” ortaya çıktı. Çok sayıda tabak, bardak, şamdan, sürahi ya da maşrapa üretiminin doruk noktasını belirledi.

XV. yy. sonundan başlayarak İznik’teki üretime paralel olarak Kütahya’da da aynı dekorları taşıyan silisli seramikler  üretilmişti. XVII. yy.’ın başında İznik’teki atölyeler var olan talebi karşılayamayınca, Kütahya’daki atölyeler iş yükünün bir bölümünü devraldı.

VXIII. yy.’ın başında, silisli hamurdan yapılan çok ince seramikler üretilmeye başlandı; Bunların en belirgin özelliği çok parlak bir limon sarısının görülmesidir. VXIII. yy.’ın ikinci yarısından itibaren hem teknik hem de estetik açıdan üretimde bir azalma söz konusu oldu. Çiçek motiflerinden başka süslemelerde insanlar ve hayvanlar da yer almaya başladı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun XVII. yy’ın sonunda girdiği ekonomik ve siyasi çöküş süreci, devlete ait atölyelerin de yavaş yavaş bozulmasıyla hissediliyordu. Saray o dönemde “Doğu için”  üretilen Avrupa porselenlerine ilgi gösteriyor ve İznik’teki fırınların bacası uzun süredir tütmüyordu. Dolayısıyla yurt içi çini ve seramik taleplerine tek cevap veren taşra atölyeleri ortaya çıktı. Bu yerel atölyelerde “Geleneksel” denilen, basit görünüşleri nedeniyle “Popüler” ya da “Folklorik” olarak sınıflandırılan seramikler üretiliyordu.

Söz konusu atölyelerden bir tanesi Çanakkale’de, Çanakkale Boğazı’nın (Hellespontos) Anadolu yakasında kurulmuştur; XVIII. yy. sonu ile XX. yy. başı arasında çok çeşitli biçimlerde ve inanılmaz derecede farklı süsleme teknikleriyle pek çok seramik üretildi.

222 sayfadan oluşan bu kitapta, Suna-İnan Kıraç ve Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonlarından 177 adet esere ait katalog bilgileri, renkli fotoğraflarıyla birlikte yer alıyor.