fbpx
B19_mezar
Charles Fellows, An Account of Discoveries in Lycia being a Journal kept during a second Excursion in Asia Minor, 1841.

3 Nisan. Türklerin Atalia dediği Adalia’yı şu ana kadar ziyaret ettiğim tüm Türk kentlerine yeğlerim; her evin bahçesi var ve de sonuçta kent sanki bir orman gibi görünüyor- peki ne ormanı? Tümü de bir kent bahçesindeki gibi yapay özenle yetiştirilen portakal, limon, incir, üzüm ve dut ağaçlarının ormanı ve hepsi de taze ilkbahar güzelliğinde. Çarşıda tazecik çağlalar görüyordum, meyve yüklü ağaçların altında arpalar başaklanıyor: iki ay önce de Ege Adası Syra’nın pazarında durum böyleydi ki, bu da bize iklimin yerel nedenlerden nasıl etkilendiğini gösteriyor…

İlk ziyaretim Vali’ye idi ve her zamanki gibi elinde benim için kalacak yer rica eden fermanı kendisine ileten uşağımı bana göndererek benim ikametim için bir ev ayarlanana kadar yukarıya kadar çıkıp onunla kahve içmemi rica ediyordu ve buna canım çok sıkıldı. Bu görüşmeden kaçınamadığım için, orientalist tarzdaki bu toplantıya katılan hizmete her daim hazır kulların ortasında Vali’nin huzuruna seyahat kılığımla çıkmak zorunda kaldım ve yükseltilmiş zemine tek başıma (kirli çizmelerimle) kabul edildim. Benim için Avrupa tarzı bir sandalye getirildi ve pipo ve kahve ikramıyla buyur edildim, ilkini reddettim, ama hakaret anlamına gelebilir korkusuyla İkincisini istemeyerek de olsa tattım. Benden kahve fincanını almak üzere bir kol boyu mesafede yaklaşan hizmetli, fincanın üzerini yaklaşık on beş santim büyüklüğünde, kare biçimli, çeşitli renklerle ve altın simle işlenmiş güzelim nakışlı bir örtüyle örttü; bunu, fincanda kalan telve ve de belki içilmemiş kahvenin görülmemesi için yapılıyordu. Bu, insanlar arasında aşırı derecede incelik ve zarafete işaret ettiğini fark ettiğim çok sayıda görenekten biriydi… Az sonra bana eşlik edecek biri geldi ve zenginliği Paşa’nın zenginliğinin ötesinde bir Rum’a ait mükemmel bir saraya götürüldüm ve burada bana, sedirlerle çevrili ve duvarlarına minderler dayanmış çok büyük bir oda verildi…

4 Nisan. Paşa, yakışıklı ve Sultan’ın kendisi gibi etkileyici bir kişilikti. Adı Necip Paşa idi… Ülkenin antik eserleri konusundaki ilginç hususlarda oldukça bilgili görünüyordu. Bana gösterilen büyük konukseverlikten söz ettim ve tıpkı Türklerin bizim kıyafetlerimize öykünmeleri gibi bizlerin de onların yabancılara karşı nezaketlerine öykünmemiz gerektiği dileğimi ifade ettim. Bu sözlerimden çok etkilendi ve kendi kılık kıyafetinin ve de çevresindekilerin kılık kıyafetinin Avrupaî karakterinden gurur duyduğu belliydi ve ülkesine yapılan bu komplimandan memnun oldu…

Kasaba, küçük ama temiz ve bu ülkeden gördüğüm tüm kasabalardan daha uygun bir yer yerleşmek için… Çıktığım yürüyüşten çiçeklerle yüklü döndüm ve şimdi de kendime, tanımadığım türlerin resimlerini çizme şeklinde cehalet cezası verdim. Zor bir ceza, çünkü bunların çoğu İngiltere’de ancak ısıtmalı seralarda görülüyor. Burada çok yaygın fundalardan biri de limon ağacına benzeyen çiçekli çok güzel bir ağaçtır, irislerin çok çeşidi var ve en yaygını da çok sık görülen beyaz renklisi, genelde bir sap üzerinde tatlı kokulu üç çiçeği bulunuyor; salep otu da var, kuş otunun ve sarımsağın birçok çeşidi var; hele sarımsağın gümüşi çiçekleri, çevresini saran yeşille çok zarif bir tezat oluşturuyor. Bu ülkedeki bitkiler doğal olmalı, çünkü özellikle yetiştirildiklerini görmedim. Tüm seyahatim boyunca bu kasaba haricinde hiçbir yerde bahçe görmedim ve burada da bahçelerde portakal, incir ve asma yetiştiriliyor ki, kanımca, güzellikleri veya meyvesinden ziyade altlarındaki sedirlere sağladıkları gölge için yetiştiriliyor. Hemen kasabanın çevresindeki tarım yapılan küçük arazi bu mevsimde ürünle dolup taşıyor. Şeker kamışı burada sebze olarak yetiştiriliyor ve Türkler tatlılarını onunla pişiriyor…

Beni misafir eden ailenin reisi, herhangi bir başka ülkede de centilmen addedilirdi ve eşi de oldukça hanımefendi. Beş oğul, iki kız evladı, üç erkek ve dört kadın hizmetli ve iki kölenin haricinde bir de benim emrime verilen hizmetli var… Çok zarif olan evin hanımı, yetişkin çocukların annesi olmak için çok genç görünüyordu… Hanımın başlığı, değeri 150 sterlini aşan Türk altın liralarıyla donanmıştı; kısmen alnı örtüyor ve yanlardan aşağı sarkıyordu; altın liralar balık pulu şeklinde dizilmişti; boynundan aşağı inen, yine liralar asılı zincirin en ortasında ise daha büyük bir lira vardı. Çocuklarda da aynı zengin süsler teşhir ediliyordu; hatta kucaktakinin altın liralardan oluşan bir miğferi vardı sanki…”