fbpx

Byzantion sikkesi, bronz. Ön yüzde İmparator Geta’nın büstü; arka yüzde iki ton balığı (veya palamıut) arasında yunus. MS 3. yüzyıl
© Pecunem 18, 378

Haliç’in boynuza benzetilmesini pek çok antik yazarın eserinden biliyoruz. Örneğin Strabon, girintili çıkıntılı yapısı ve koyları nedeniyle Haliç’i geyik boynuzuna benzetir. Palamut balıklarının en yoğun bulunduğu ve yakalandığı yer de Antik Çağ’da “Altın Boynuz” (Yun. Khrysokeras / Lat. Chrysoceras) olarak bilinen Haliç idi. Roma İmparatorluk Dönemi’nin başlarında yaşayan ve eserini Latince yazan Yaşlı Plinius, Haliç’ten “Altın Boynuz” olarak söz ederek, niçin o şekilde adlandırıldığını da aktarır:

“… Marmara Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan Trakya Boğazı’nda (İstanbul Boğazı), Avrupa ve Asya’yı ayıran Boğaz’ın en dar yerinde, Asya yakasındaki Kalkhedon

(Kadıköy) yakınında, dipten yüzeye doğru suyun arasından parıldayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Balıklar bu kayayı birdenbire karşılarında görünce her zaman ürkerler. Sürü halinde dosdoğru karşı taraftaki Byzantion Burnu’na (Haliç’e) yönelirler. Buranın ‘Altın Boynuz’ olarak anılmasının nedeni de budur.”

Görüldüğü üzere Plinius, Haliç’e (Keras) Altın Boynuz denmesinin, bu körfezde kaynayan balıklardan dolayı olduğunu belirtmektedir. Gerek Strabon’un gerekse Plinius’un anlatımından anladığımız gibi, Antik Çağ’ın içi meyve dolu bereket boynuzu (cornucopia), Byzantion’da (İstanbul) içi palamut dolu bereket boynuzuna dönüşmüştü; altın ile anlatılmak istenen, palamut balıklarından başka bir şey değildi!