fbpx
ANTPHG_02_ant_202
John Lewis Burckhardt, Travels in Nubia, 1819.

“Satalia Limanı dağ geçidinin eteğinde ve körfezin dibindedir. Hemen yakınlarından geçtiğimiz batı yandaki dağlar oldukça yüksektir. En yüksek sırtı karla kaplıydı. Bu dağlardan biri diğerlerinden daha yüksekti ve etekleri denize iniyordu; yanından geçtiğimiz 18 Haziranda, zirvesinden aşağıya doğru üçte birlik mesafede hâlâ kar kümeleri görülüyordu. Dağların hepsi çıplak ve tıpkı Cebelitarık Boğazı’ndaki Afrika dağları gibi bir görünüme sahipler. Satalia kenti kısmen bu yar üzerinde kısmen de bu yarla sonlanan arazi üzerinde yerleşik ve bahçeleri de kayalık kıyı boyunca üç-dört mil kadar uzanıyor. Kent, limandan ve liman tesislerini kuşatan kısımdan ayrıdır; kumsaldan kente dar bir geçit tırmanır ve kentin kapısı her gün gün batımında düzenli olarak kapanır. Görünüşe göre limanın girişi, bugün yalnızca harabeleri görülebilen iki kule ile korunuyormuş, iç liman küçük olup iki kule arasındaki kısım, bir Türk muhafız gemisi, Dimyat’tan gelen dört Arap gemisi, beş veya altı tane yelkenli tekne ve bizim gemimiz ile tamamen doldu… Daha büyük olan dış limanda güzelce demirlenebilir ama güney rüzgârlarından korunmak mümkün değil, iskelenin iki yanında birer güzel tatlı su çayı yardan aşağı akıyor. Limana yaklaşır yaklaşmaz bir Türk zaptiye teknesi yanımıza geldi ve Trabluslu tayfa hemen subayla birlikte kıyıya gitti. Demir atmaya yanaştıktan sonra bize kentte veba salgını olduğu ve yakınımızda demir atmış olan gözcü gemisinde iki hasta bulunduğu bildirildi. Son iki haftadır kentte hiç kimse ölmemiş olmasına karşın tüm ileri gelen Hristiyan ve türk tüccarlar kentteki evlerini terk etmiş, hâlâ bahçelerinde yaşıyordu…

Satalia’yı bir paşa yönetiyordu; Nüfusun yarısından fazlası, ticaretin nerdeyse tamamını elinde tutan Rumlar’dı… İhracat büyük oranda hububat, yağ ve pamuktan oluşuyor. Yerel gemiler Kıbrıs ve Suriye sahilleriyle ticaret yapıyor. Dimyat ve İskenderiye’den gelen Araplar ise pirinç, Yemen kahvesi ve şeker getiriyor, biz oradayken limanda bulunanlar büyük bir hevesle bizden kaba İngiliz cep mendili satın aldılar…”