fbpx
B23_gravur
E. Sperling, Ein Ausflug in die isaurischen Berge im Herbst, 1862, Zeitschrift für Allgemeine Erdkunde, 1864.

“Adalia’da 14/10 ve 21/10 / 1862 tarihleri arasında kaldım. Hemen itiraf etmeliyim ki, bu uzun süreyi gerektiği kadar iyi kullanamadım. Diğer yandan da İstanbul’dan buraya kadar yaptığım yolculuk beni yormuştu; dinlenmeye ihtiyacım vardı. Sıcakkanlı Adalialılar da bunu bana fazlasıyla sağladılar. Benim için verilen davetler ve ziyafetler nedeniyle Adalia benim için bir tür “Capua” oldu. Aynı zamanda kötü havalar kapıdaydı ve benim iznim de bitiyordu. Bu yüzden de, ha bugün gelir, ha yarın gelir, diye Rodos’a gidecek yelkenliyi bekledim durdum. Böylece, tam sekiz gün geçti. Çünkü buharlı gemiler artık çalışmıyordu…

1836 yılında Adalia’ya gelen, limanını boş, çarşısını çok fakir bulan Texier’den sonra, şayet Texier’den önce gelen gezginlerin verileri doğruysa, Adalia oldukça önemli sayılabilecek gelişmeler kaydetmiş. Şu anda 500’ü Rumlara ait olmak üzere yaklaşık 2500- 3000 ev var şehirde. Rumlar’ın 3 kilisesi bulunuyor; bu Rumlar, büyük olasılıkla II. Justinian zamanında Suriye’den göçe zorlanan Mardaitler ve bu insanlar bugün kendilerini gururla yerli olarak addediyorlar. Aynı zamanda şehrin varlıklı kesimini oluşturuyorlar, dolayısıyla ticareti ellerinde tutuyorlar ve şehrin en güzel 100 evine sahipler. Diğer 400 eve ise 1822/23 yıllarında Mora’dan kaçıp buraya yerleşen Moralılar sahip. Mora’dan gelen bu insanlar, tamamen Türkleşmiş olan yerli Rumlara kendi ana dillerini tekrar öğretmişler, milli duygularını vermişler; bu göçten sonra şehirde Rum okulları da açılmış. Fakat Moralılar da Türkler gibi yoksul kalmışlar. Türklerin nüfusu, Memluk egemenliğinden ve Mehmet Ali Paşa’dan kaçıp buraya yerleşen Mısırlı fellahlardan dolayı oldukça artmış ve şehir rengârenk bir görünüm kazanmış…

Adalia, İbni Batuta’nın yazdığından beri çok az değişmiş. Şimdi yıkık durumda iki dalgakıran bulunan hilal şeklindeki körfezin kıyısında, yaklaşık 40 ayak yüksekliğindeki traverten düzlük üzerine kurulmuş bir şehirdir. Hatta batı tarafı biraz daha yüksektir. Bu kesimdeki kuleler daha sık inşa edilmiş ve bu kesim bir duvarla şehirden ayrılmış. Bu iç kaleye Tophane diyorlar. Şehrin geriye kalan kısmı, dört köşe kuleleri bulunan ve şehrin en yüksekteki evlerinden daha yüksekte olan bir kale tarafından ve onun çevresini saran derin bir hendekle çevrili, iç şehir ise, iki yüksek duvarla üç ayrı kısma bölünmüş; batı tarafındaki iç kalenin yanında kalan kısım, Selçuklu egemenliğindeyken idari yer olarak ön görülmüş ve burada küçük bir alanda, şehrin en iyi yapılan olan medreseler, hanlar, yivli minaresiyle bir cami ve Konya’daki gibi çokgen kubbeli bir kümbet bulunuyor. Fakat hepsi de ihmal edilmiş bir durumda. Çarşı, paşa konağı ve şehrin en güzel hanı şehir dışında inşa edilmiş. Şehrin iç kesimi, çevresi yüksek duvarlarla çevrili oluğu için hava akımından yoksun kalıyor ve bu yüzden de çok sıcak oluyor; dolayısıyla burasının sağlıksız bir havası var. Osmanlılar Adalia’yı önemli bir şehir olarak gördükleri için de Adalialılar’ın bu duruma katlanmaları gerekiyor. Bana refakat eden Türk subaylarının söylediği gibi Adalia sadece bir ok kalesi…”